And Çetin
2. el araç bakarken kaçınmanız gereken klişeler

2. el araç bakarken kaçınmanız gereken klişeler

İncelediğim ilanlara yapılan yorumlarda da gördüğünüz üzere, hem yüzeysel otomobil kültürümüz, hem de pek çok kullanıcının acı-tatlı anıları sonucu ortaya çıkan kulaktan dolma birtakım genellemeler mevcut ve 15 senelik otomotiv tecrübem bana bir şey öğrettiyse, o da tüm genellemelerin er ya da geç yıkılarak geçerliliğini yitireceğidir. Aşağıda paylaşacağım bu basmakalıp 'kurallar', her ne kadar zaman zaman haklı çıksalar da, bir o kadar da yanlış otomobili seçmenize yahut doğru otomobili ıskalamanıza sebep olacaktır.

Gelin bu klişeleri tek tek ele alalım ve hangi durumlarda onları dikkate alıp, hangi durumlarda yoksaymanız gerektiğini açıklayalım:

X yaşında arabaya Y lira verilmez

Arabanızın sizi yolda bırakması, akabinde sanayide 'süründürmesi' ve üstüne birkaç aylık maaşınıza denk masraf çıkarması, başınıza gelebilecek en tatsız hadiselerden biridir. İşte halkın bu kümülatif deneyimlerinden doğan ve vasıfları ya da kusurları ne olursa olsun bizi devamlı daha yeni araba seçmeye iten, ikinci el araç piyasasındaki en baskın kriter bu: O yaşta arabaya bu para verilmez! Çünkü basitçe biliyoruz ki, otomobilin yaşıyla birlikte arıza çıkarma ihtimali de –en azından istatistiksel olarak– düşecektir.

Lakin nasıl ki sıfır otomobillerin fiyatı 1 milyon civarından başlayıp, onlarca milyon liraya kadar çıkabiliyor; kullanılmış araçların da aynı şekilde, yaşı ne olursa olsun, fiyatı geniş bir skalada değişkenlik gösteriyor. Yeniyken aralarında 8-10 kat fiyat farkı olan iki otomobilin, 20 yaşına geldiklerinde aynı paraya satılmalarını beklemek mümkün değil. Dolayısıyla bir ilanın fiyatını değerlendirirken, aracın yaşı baktığımız verilerden yalnızca biridir; markası, modeli, sınıfı, kalitesi gibi diğer sayısız kriteri göz önünde bulundurarak ancak o arabanın ederini gerçekçi bir biçimde ölçebiliriz.

Yurtdışında bunlar şu kadar

Direkt olarak konumuzla ilgili olmasa da, gene yorumlarda sık sık karşılaştığım ve eminim sizlerin de keyfini benimki kadar kaçıran bir başka klişe: 'Çok pahalı ilan, bu arabalar Almanya'da şu kadara satılıyor' vb. yurtdışı karşılaştırmaları.

Dünyanın hemen her yerinde otomobiller, Türkiye'den ucuza satılıyor; bu bizim seneler evvel milletçe kabullenmek zorunda kaldığımız acı gerçeklerden biri ve bu tür 'hatırlatmalar' bu gerçeği maalesef değiştirmiyor. Bir ilanın fiyatını, ancak muadillerine kıyasla ve vergi sistemimizi göz önünde tutarak değerlendirebiliriz.

Tavanı boyalı araba alınmaz

Böyle bir otomobilin takla atmış olma ihtimali... Sizce o boyanın güneş yanığı, kuş pisliği ya da tavana düşen yabancı bir maddeden kaynaklı olma ihtimaline kıyasla daha mı yüksektir, yoksa daha mı düşük?

Şüphesiz tüm bu talihsizlikler arasında takla en enderi ancak biz gene de, söz konusu boya lokal bile olsa, bu arabalardan koşarak uzaklaşmayı tercih ediyoruz. Elbette, belli bir yaşın üstündeki araçlarda tavan dahil komple temizlik boyası makul görülebiliyor; fakat daha yeni otomobillerde direkt feci bir kazayla iliştiriliyor. Unutulmamalı ki, tavan boyasının ne sebeple atıldığını anlamanın güvenilir yolları var: İşinin ehli bir ekspertiz firması direkleri (A, B ve C sütunu) inceleyerek işlem olup olmadığını, dolayısıyla aracın taklalı bir kaza geçirip geçirmediğini size söyleyecektir.

Tavanında boya olan arabalar zaten belirgin biçimde daha ucuza satılıyor; bu tür ilanları peşinen eleyerek pek çok fırsatı kaçırmış oluyorsunuz.

Çift kavrama şanzıman kesin bozulur

Bu mevzuya sık sık değiniyoruz ve muhtemelen çoğunuz zaten biliyorsunuz ancak hatırlatmakta fayda var: Her çift kavrama (kısaca DCT diyelim) bir değil. Yağ içinde çalışan ıslak, ve yağ barındırmadığı için ısıyı uzaklaştırmakta zorlanan kuru olmak üzere iki tip DCT var. Titreme, kavrama ve mekatronik sorunları da büyük oranda bu ikinci kuru tipte ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu şanzımana sahip bir otomobil alacağımız zaman, hangi tip DCT taşıdığını araştırmak ve ilanı ona göre değerlendirmek gerekiyor.

CVT şanzıman yavaş ve keyifsizdir

Motoru devamlı optimum devir bandında tutarak sakin kullanımda pürüzsüz bir deneyim sunan CVT’lerin, aynı zamanda vites ‘geçişlerini’ de elimine ederek tempolu sürüşü monotonlaştırdığı doğru. Ancak yeni nesil CVT’lerin 0-100 km/s gibi performans verileri, manuel türevleriyle neredeyse aynı; dolayısıyla kayıp yalnızca duygusal. Daha da önemlisi, güncel Subaru WRX’lerde yer alan ve markanın SPT adını verdiği, ya da gene yeni Civic’te gelen CVT’ler, geleneksel bir şanzımanın kademeli vites geçişlerini simüle edebiliyor ve size motor üstünde tam hakimiyet kurma imkanı tanıyor.

Sırf donanıma bakarak araba seçmek

Bazı kullanıcılar kişisel zevk ve ihtiyaçlarından ötürü birtakım donanımlardan vazgeçemiyorlar. Misal, Apple CarPlay'e alışmış birine onsuz bir otomobil aldırmak neredeyse imkansız. Dolayısıyla, bağımlısı olup sık kullandığı donanımları önplanda tutanları tenzih ediyorum; ancak gerçek şu ki, "sunroof'suz BMW alınmaz" vb. önermelere tutunarak seçim yapanlar büyük oranda bunu ihtiyaçları olduğundan değil, aracının ikinci el değerini koruması varsayımına dayanarak yapıyor.

Artı, farklı segmentlerden benzer fiyatlarda iki otomobil arasından gene sadece daha zengin donanıma sahip olduğu için alt segmenti, yani konforundan sürüş dinamiklerine, yalıtımından genişliğine kadar hemen her açıdan –kuvvetle muhtemel– daha zayıf olan modeli seçenler var ki, konuyu bütünüyle ıskalıyorlar. Gerçekten hangisini daha sık kullanıyorsunuz: Şerit takip sistemini mi, yoksa süspansiyonları mı? Hakikaten hangisine daha çok ihtiyacınız var: Geri görüş kamerasına mı, yoksa yol tutuşa mı?

Marka özelinde genellemeler

Her markanın belli bir imajı ve o imajın beraberinde getirdiği, akıllara kazınmış birtakım artı ile eksiler mevcut. Bu yerleşik önyargıların çürüdüğü öyle çok örnek mevcut ki, hepsini (tamam, belki Japonlar hariç) komple aklınızdan silmeniz sizin için en faydalısı olur. Genellemelerden ziyadesiyle sakınan ben bile bazen aynı tuzağa düşebiliyorum, basit bir örnek: Dün X'te Impression paket Golf 8'in kampanyalı fiyatıyla ilgili bir paylaşımda bulundum. Konu standart donanımıyla ilgili değildi, ancak ben de herkes gibi arabanın 'boş' olduğunu sanıyordum (en ucuz Volkswagen'lere dair bir başka genelleme). Fakat yorumlardan öğrendim ki, önceki 1.0 TSI'ın Impression paketine kıyasla sözü geçen 1.5 TSI Impression, çok daha dolu ve rakibi modellerin neredeyse en full paketine denk geliyor...muş.

Gelin, sık sık karşılaştığımız diğer bazı marka bazlı klişelerin üstünden geçelim ve istisnalardan söz edelim:

–BMW sanayiden çıkarmaz

Sahip olduğum otomobiller arasında tek gönül rahatlığıyla üstüne çıkabildiğim (kelimenin tam anlamıyla tepe tepe kullanmaktan bahsediyoruz), 2020-21'de sürdüğüm 160 bin km'deki 2007 model bir Z4 Coupe 3.0si'dı. BMW'nin bugüne kadar ürettiği en dayanıklı motorlardan biri olan N52'yi taşımakla birlikte, aynı zamanda Japonlardan alışık olduğumuz üstün bir mekanik dirayete sahipti. Önceki sahibinden tüm bakım geçmişini de almıştım ve ona majör bir masraf çıkarmadığı gibi, beni de yürütme maliyetleri bakımından hiç üzmedi.

İstatistiksel olarak BMW'lerin sizi diğer markalara kıyasla daha fazla uğraştıracağı doğru, fakat bu genellemeye fazla bel bağladığınız takdirde gene yukarıdaki gibi fırsatları kaçırmış olacaksınız. Artı, önceki sahiplerinin o BMW'ye nasıl baktıkları, en az o spesifik modelin kronikleri kadar üstünde durulması gereken bir konu.

–Japonlar sorunsuzdur

Belki de en geçerli genelleme bu: Japonların bu konudaki rüştü sonuna kadar hak edilmiş ve çoğu zaman güvenebileceğiniz bir varsayımdır, ancak halen istisnalar mevcut. İlk aklıma gelenler, özellikle 2020 makyajı öncesi Toyota Hilux'ların AdBlue ve DPF sorunları; Mazda'nın 2.2-litre SkyActiv-D dizelinin yatak sarmaya kadar götüren eksantrik mili parçalanması; blok çatlatmasıyla meşhur Subaru'ların boxer dizel motorları.

–Alfa Romeo'lar keyiflidir

2010 öncesi hemen tüm Alfa'lar için bu geçerli, ancak sonrasında işler karışık. Marka bir yandan Giulia, Stelvio ve büyük oranda 159 gibi geleneksel İtalyan kıvraklığını sunan makineler üretmeye devam ederken; diğer yandan MiTo, Giulietta ve Tonale gibi Fiat grubunun vasatın altında ürünleri üstüne temellendirilen ve o meşhur sürüş keyfini sunmaktan çok uzak modeller çıkardı. Bu da elbette, özellikle genç ve toy otomobil tutkunlarının kafasını karıştırdı ve bir tür illüzyona kapılmalarına yol açtı. Yayınlarda sık sık söylediğim gibi: Eğer önceliğiniz derinizin altına nüfuz eden duygusal bir sürüş tecrübesiyse, Alfa'ların gerçeğini sahtesinden ayırmayı öğrenmeniz gerekiyor.

–Audi'ler önden kayar

Bu da gene 2010'lara kadar büyük oranda doğru, ancak sonrasında adım adım geçerliliğini yitirmiş bir varsayım. Apeksi kaçırıp haddinden biraz hızlı viraja girdiğiniz takdirde kafadan kaymaya başlayarak umarsızca bariyerlere koşturan zamanının Audi'lerinden bugüne, marka sürüş dinamikleri konusunda büyük ilerleme katetti. Enine yerine boyuna yerleştirilen ve mümkün mertebe geriye çekilen motorlar, kaput altında standart gelen gergi demirleri, bilhassa RS'lerin tork vektörlü diferansiyelleriyle, günümüzün Audi'leri rakipleri BMW ve Mercedes'e, en azından mekanik yol tutuş konusunda, çok yakın hatta şartlara göre daha üstün bir beceri sergiliyor.

4 Yorum

  • Ercan Kütük  |  3 ay önce
    Çok haklısınız And bey

  • Baris  |  3 ay önce
    160binde Z4 mü?.. Koşarak kaçarim :)

  • fatih  |  3 ay önce
    3 silindirli BMW'den kaçıp Mercedes'e sığındım.

  • Mustafa  |  3 ay önce
    Abi yeni yazın için teşekkürler seviliyosun😃😃

Yorum Bırak