
Medeniyetin kanayan yarası: Motosikletler
Henüz tek haneli yaşlardayken annemin tembihlediği, tembihin de ötesinde açık açık yasakladığı tek bir mevzu vardı:
Motosiklet sürmeyeceksin. Asla.
"Onun dışında ne halt yersen ye" demişti valide, ki yakın takipçilerimin bildiği üzere, epey bir halt yedim son senelerde.
40'ıma merdiven dayadığım şu günlerde sizinle bu kuralı paylaşıyor olmam gülünç gelebilir. Ancak saygı duyduğunuz bir otoritenin size neredeyse sınırsız özgürlük tanıması ve bunun yanında basit bir şart koşmasının, isyankarlığınız üstünde yarattığı yatıştırıcı bir etki var.
"Neden?" diye sorduğumdaysa yalnızca "çok tehlikeli" yanıtını vermişti. Aklımın çalışmaya başladığı günlerden beri hesap kitap yapıyorum, ve halen motosiklet sürerek alınan fayda/risk oranını kavrayabilmiş değilim. Asıl derdim bu değil, kaldı ki her sürücü kendi riskini alıyor, fakat bu 'tehlike' unsurunu biraz daha irdelemek istiyorum, birilerine faydası dokunması ümidiyle.Neden motosiklet?
Bu seçimi yapmanın üç temel sebebi var:
- Sunduğu heyecan,
- Ucuz ulaşım,
- Trafiğe takılmamak.
Bu şekilde derleyince, hakikaten çekici bir teklif gibi görünüyor.
Gelgelelim, dünya üstünde bu kadar yaygın kullanılıp, sürücüsünü bu kadar yüksek bir hayati risk altında bırakan bir başka ulaşım aracı daha yok. Kriptoda 10x kaldıraç kullanmak gibi; her şey güllük gülistanlık, işler ters gidene kadar.
Arabayla kaza yaparsanız ilk aklınıza gelen kasko şirketinizin telefon numarası, canınıza gelense en kötü ihtimalle –abartmadığınız müddetçe– emniyet kemerinin göğsünüzde bıraktığı maşallah izi oluyor.
Motosikletle kaza yaptığınızdaysa ölüm, başınıza gelebilecek diğer bazı senaryolar yanında sempatik kalıyor.
Hedef kitle
Bu noktada, maddi durumu otomobil satın almaya yetmediğinden, işine vaktinde gidebilmek için motosiklet satın alıp onu efendi efendi kullanan herkesi tenzih ediyorum. Bir gün aranıza bile katılabilirim, kim bilir?
Anlamadığım, ikinci el ve alt segment de olsa bir arabaya gücü yetip, bilinçli bir şekilde tercihini motosikletten yana kullanan kitle. Elbette aynı bütçeyle çok daha hızlı, heyecan verici ve gürültülü bir makine alabiliyorsunuz, fakat ne uğruna? Kendi canınıza biçtiğiniz değeri geçtim, hiç mi seveniniz, arkanızdan ağlayacak yok?
Sürü psikolojisi
Şu an Kolombiya'da ikamet ediyorum ve söz konusu trafik ve motosikletler olduğunda tecrübe ettiklerim, Türkiye'dekilerden çok farklı değil. Sürü (çete?) halinde gezen ve hem bunun verdiği güvenle, hem de trafik polislerinin kendilerini sıklıkla görmezden gelmesiyle birlikte kuralları kolayca esneten ya da çiğneyen bir topluluk motosikletliler.
Elbette, onların gözüyle baktığınız ve tecrübelerini dinlediğiniz zaman, diğer sürücülere yönelik haklı şikayetlerle karşılaşıyorsunuz. Sıkıştıran arabalardan tutun, aniden duran ticari araçlara kadar motosikletlilerin de cebelleştiği türlü dert var. Burada kim haklı, daha doğrusu kim daha haksız tartışmasına girmek istemiyorum, zira derdim başka.
Kuru gürültü
Muhtemelen çağımızın en hafife alınan problemi, gürültü kirliliği. Bunun insanın ruh sağlığından tutun, üretkenliğine kadar sayısız yönden verdiği kanıtlanmış zararlar var ve bazı milletler bunu tamamen göz ardı ediyor gibiler. Avrupa ya da ABD'ye seyahat ettiğinizde, bir anda sanki gürültü önleyici kulaklık takmış gibi oluyorsunuz ve bu, geldiğiniz coğrafyayla aradaki gelişmişlik seviyesi farkının en bariz göstergelerinden biri.
Motosikletler, gürültü kirliliğinin yapıtaşlarından biri olmakla birlikte, elbette tek sebebi değiller. Fakat gürültü kaynaklarını analiz ettiğiniz zaman, sıklıkla bunun için geçerli bir sebep olduğunu ve genelde çıkardıkları sesi önlemenin neredeyse imkansız olduğunu keşfediyorsunuz –motosikletler hariç.
Ambulansları ele alalım. Yolu açmaları ve vaktinde hastaneye yetişebilmeleri için gürültü çıkarmaları şart. Tadilat sebebiyle duvarda delik açan komşunuz o deliği sessiz bir biçimde açması mümkün değil, kaldı ki muhtemelen kendi de çıkardığı gürültüden hiç memnun değil, artı yarın öbür gün sizin de kendi dairenize benzeri bir işlem uygulamanız gerekebilir. Uçakta ya da otobüste ağlayan bebeğin bir ihtiyacı var belli ki, ya da yalnızca o an orada olmaktan mutlu değil, annesi sakinleştirip susması için elinden geleni yapıyor neticede. Havai fişeklerin ardı arkası kesilmiyorsa birileri bir hadiseyi kutluyor demektir, iki tek atıp siz de kutlamaya katılın.
Gelgelelim, gecenin köründe patlak egzozuyla sessizliği ortadan ikiye yararak, geçtiği her sokaktaki komşuyu yatağından hoplatarak uyandıran motosikletin, sürücüsünün egosunu tatmin etmekten başka hiçbir işlevi yok. Bunun ve genel olarak motosikletlerin trafikteki diğer taşıtlardan ortalama iki kat daha fazla gürültü çıkarmasının açıklanabilir ya da savunulabilir hiçbir yanı yok. Motosiklet sürücülerinin bunu bir hak olarak görmelerinden daha inanılmaz olan bir şey varsa, o da bu konudaki yaptırımların –en azından az gelişmiş ülkelerde– yok denecek kadar az olması. Böyle gelmiş böyle gidiyor diye herhalde, kimse çıkıp da "ya kardeşim, onlarca insan her gün önünden elinde son kademe çalışan bir matkap ya da elektrikli testereyle geçse rahatsız olmaz mısın?" diye sormuyor.
Motosiklet sürücülerinin genelde çıkardıkları gürültünün ve çevreye verdikleri rahatsızlığın farkında olmamalarının da bazı sebepleri var. Taktıkları kask sesi kısmen emiyor, bir. Geçtikleri ortamdan bir tepki gelene kadar çoktan oradan uzaklaşmış oluyorlar, iki. Tüm o gürültü, motosiklet sürmenin verdiği adrenalinin biz uzantısı ve çoğu esasında bu gürültüden keyif alıyor, üç. Elbette bunların hiçbiri, motosikletlerin şehir hayatındaki huzurun başlıca düşmanı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Yinelemekte fayda var: Üç kuruşa sabahtan akşama kadar aralıksız çalışarak sipariş teslim eden kuryenin bir kabahati yok, o yüzden imtina ederek 'motosikletli' dememeye çalışıyorum.
Bu makinelerin acilen sıkı bir regülasyona tâbi tutularak çıkardıkları gürültünün kontrol altında tutulması şart, mevzu bu.
2 Yorum